Selim Temo’dan Nişanyan’a cevap: Efendiden yürüttüğü gözlükle bize bakıyor

Batmanlı Kürt şair-yazar-akademisyen Selim Temo, sosyal medyada paylaşılan videosunda, “Kürtçe-Zazaca farklı diller, hatta Dersim Zazacası ile Bingöl Zazacası da farklı iki dil” diyen Ermeni Yazar Sevan Nişanyan’a blog hesabından yanıt verdi. Temo’nun diğer diller ve lehçelerinden örnek vererek kaleme aldığı yazısı şöyle:

'Bana Avrupalı züppelerin gözüyle bakıyor'

“Huzurla uyusun, Adnan Satıcı kızdığı zaman, sık kızardı, “adam benim doğduğum yerin biraz batısında doğmuş diye bana Avrupalı züppelerin gözlüğüyle bakıyor” derdi. huzurla uyusunlar; Yusuf Hayaloğlu, bir belgeselde, o sırada küs olduğu Ahmet Kaya’ya “İstanbul adamı bozar Ahmet” diye seslenmişti. bizden epey batıda doğmuş, İstanbul’un epey bozduğu Sevan Nişanyan da efendiden yürüttüğü gözlükle bize bakıp duruyor. bu gözlük, Ermenistan akademisinin Türk akademisini tekrar etmesinde de karşımıza çıkan gözlük. Türk devleti ve onun akademisi 1920’lerde oluşturduğu resmî ideolojiyle “Kürt yoktur” dedi, Ermeni devleti ve onun akademisi de 1990’lardan beridir “Zazalar Kürt değildir” ve (Saddam barbarını tekrar ederek) “Êzdîler Kürt değildir” deyip duruyor.

'Kürtlerin büyük bölümü ülkeden sürüldü'

Kendi de Êzdî olan büyük müzikolog Cemîla Celîl, Ermenistan devleti Êzdîleri ayrı ulus sayıp Müslüman Kürtlerin büyük kısmını ülkeden sürdüğünde, Ermenistan devlet radyosunda Êzdîce bölümünün kurulduğunu anlatırken şöyle demişti: “oraya geçmek zorunda bırakılan arkadaşlarımız gelip Kürtçe bölümündeki kayıtları kopyalıyorlardı. aynı stran/şarkı bizim bölümde Kürtçe, Êzdî bölümünde Êzdîce adıyla yayınlanıyordu!”

'Onu ahlaka çağırmam'

Nişanyanlar ile Halaçoğluları buluşturan bu tür tanımlama ve yok saymalar, tekçi muktedir refleksleridir. felaketlere yol açmış aklın birbirine bakan iki aynada yansımasıdır. bu tutum, öncelikle ahlâkî açıdan ayıplanmalı ve kınanmalıdır. ancak Nişanyan bu tür epistemik zorbalıklara uzak biri değil. bu yüzden onu ahlâka çağıramam. amacım fena bir laf veya imâ değil; pratiği bu.

'Birbirimize merhametli davranmamız gerekirdi'

Onun kurduğu saçma cümlelere böyle uzun bir cevap yazmak bana kendimi kötü hissettiriyor. savcıya, hakime, polise, işkenceciye ifade veriyormuşum gibi geliyor. oysa yok edilen, yok edilmesi hedeflenen iki ulusun iki bireyi olarak birbirimize merhametli davranmamız gerekirdi. aynı köle hapishanesine tıkılmış biri Ganalı öbürü Botswanalı iki Siyah gibi bir ve aynı olduğumuzu bilmemiz gerekirdi. ama Nişanyan İstanbul ile zehirlenmiş bir kere. hem Türk hem de Ermeni resmî ideolojilerine intisap etmiş. yetim bıraktıklarının torunlarının torunlarını Dağlık Karabağ’da ezen barbarlıkla, onun akademisi ve istihbaratıyla (ne fark eder?) bir sürü ortak fikri var! bu yüzden olacak Kürde karşı hep Türklük konforuyla konuşuyor. yaptığı "dilbilimcilik" emekli albay, vali, defterdar faaliyetidir. kamping ya da apartman yöneticisi olmak, ahşap oymak yerine Kürdolog kesilen emekliler sınıfından. onun farkı, herzelerine sokak raconu eklemesi.

'Ruhunu incitmek istemiyorum'

Burada ya da başka yerde Samos kadısı Sevan Nişanyan gibi “onu dinledim, bunu dinledim, şunu buyuruyorum” demem. efendi numarası çeken kölenin tutumu olur bu. Nişanyan buna pek meraklı. Kadıköy’de yarım ekmek arası balık yemek için Sevan gölünü komple TC’ye verebilir. Yine de ortak efendilerimizin onun ruhunda açtıkları yaraları görebiliyorum. Bu yüzden ruhunu incitmek istemiyorum. bu yazıdan sonra söylediklerimden ikna olması bile benim canımı yakacak. elbette bu duyguyu anlayabilecek feraseti olmadığını pratiğinden biliyorum. kendimi ruhen onu yukarıdan gören bir yere yerleştirmiyorum, ama ifrat ve dahi ikrahı, kaybettiği özün kirlenmiş aynasıdır. buna rağmen kendime bakmak için onun kirli aynasını efendimizin steril aynasına yeğlerim. nitekim ortak efendilerimizden biri onun kullandığı cümleleri sarf etse, “meşe ağacının hangi dalı nerene battı” der, cümleyi tamamlamayı yeterli görürdüm.

'Bir şeyi ispatlamak zorunda değiliz'

Hâlâ öğrenmediğine bakılırsa, ona şu cümleyi fısıldamalı: asıl muhalefet, kendimizi değil, ezeni/efendiyi paranteze alarak gerçekleştirilir. Biz bir şey ispatlamak zorunda değiliz. iktidarın silahı, meclisi, akademisi, YÖK’ü, JÖH’ü, PÖH’ü orada. Bir ulusal gerçekliğe 100 yıldır yok diyen, bir soykırımı 110 yıldır yok sayan bu akademiye, “canın cehenneme”den başka neden bir şey diyeyim? ama Nişanyan’a “orda dur, cılkını çıkardın” demem lazım.

'Dil bilimin ne olmadığını bilirim'

Bilen bilir, bilmediğime bilmiyorum diyen biriyim. Dilbilimci değilim, ama dilbilimin ne olmadığını bilirim. Sevan Nişanyan’ı doktora tezimi yöneten hocam Engin Sezer dolayısıyla tanıdım. Sezer bazen Nişanyan’ın Taraf’taki minik köşesini gösterip, “bu, dilbilim değil” derdi. Bilkent’i bırakıp Harvard’a döndü tekrar. Sonra emekli olup akademinin küçümsediği Orhan Veli’nin şiirinin içine taşındı. onun dikkatiyle Nişanyan’ı okumaya başladığımda bir yazısında iki sözcükle Kürtleri ve Kürtçeyi ikiye bölebildiğini gördüm. ona göre “kolay” ile “goley” aynı dile, “verg” ile “gurg” (kurt) iki ayrı dile aitti. Sezer’in sözünü tekrar edeyim, evet; bu, dilbilim değil.

'Kürtçe'nin lehçeleri değil, dilleri var'

Uzmanı olmayanların da bildikleri gibi her dilde çok sayıda lehçe vardır ve lehçelerin önemli bir kısmı birbirini hiç anlamaz. anlaşılma, bir dili ve onun altındaki dil/lehçeleri tanımlamak için tek ve/ya yeterli ölçüt değildir. Talat Tekin, Türkoloji Eleştirileri’nde Türkçenin lehçeleri olarak gösterilen pek çok dilin birer dil olduklarını söyler, ama hepsinin üst şemsiyesi Türkçedir. benzer bir yaklaşımı beni hafta içi her gün kütüphanenin aynı köşesinde gördüğü için enerjik sesiyle “monsieur fidèle” (bay sadık) diye selamlayan Joyce Blau da tekrarlar. ona göre de Kürtçenin lehçeleri değil, Kürt dilleri vardır. yani ki Almanca, Arapça, Ermenice, İngilizce, Kürtçe ya da Türkçe derken birer tekdil’den değil, birer diller grubundan söz edilir.

Anlaşma/anlaşılma mevzuuna gelelim. Talat Tekin, adı geçen kitabında Anadolu Türkçesindeki “nasılsınız?” sorusunun bazı Türk dilleri/lehçelerindeki karşılıklarını şöyle sıralar:

Çuvaşça: Minle purinatır?

Yakutça: Haydah Oloroğut?

Tuvaca: Kandığ amıdırap çor siler?

Hakasça: Haydi çurtağlapçazar?

Kırgızca: Kanday turasınar?

Kazakça: Hal jaydağınız kalay?

Tatarca: Savmısız, isanmisiz?

Başkurt: Havmıhığız, isanmihigiz?

Türkmence: Güzeranınız nenen?

Azerice: Keyfiniz necadır?

Çok sayıdaki aksanı kaldırdığım bu ifadelerden Anadolu Türkçesine en yakını “keyfiniz necadır?”dır ki, Azerî bir kadın böyle seslendiğinde sanatçı Teoman’ın cevabı şu olmuştu: “hıı? nasıl?” aynı şekilde Türkî devletlere giden Türkiyeli siyasetçilerin “yahşi” dışında kullandıkları tek bir sözcük yoktur. o da ortak bir sözcük değil, oradakilerin bazılarının dilinden bildikleri tek sözcüktür.

'Ermeni dilleri içinde geçerlidir'

Lehçelerin birbirini anlamaması, 1600 yıldır alfabesi olan Ermeni dilleri için de geçerlidir. sayısız kilise, okul, dergi, yayınevi ve devasa tarihî-edebî birikime rağmen bu tekdil gerçekleşmedi. Yıldız Deveci Bozkuş'un aktardığına göre, Hıraçya Acaryan, Ermeni Dili Tarihi adlı kitabında, “en basit şekliyle iki Ermeni birbirinin konuştuğunu anlamıyorsa bu konuşulan dilin farklı lehçelerinin konuşulduğunu ortaya koyar” diyor, ta 1901'de. Thomas Mann’ın aynı yıl yayımlanan Buddenbrook Ailesi romanında da benzer sahneler vardır. “Zavallı Tony”, bir mektubunda “bizim hizmetçiye ‘köfte’ deyince anlamıyor, çünkü burada tuhaf bir adı var. Karnabahar için öyle bir sözcük kullanıyor ki, hiçbir Hıristiyan [= Alman; s.t.] bununla karnabahar kastettiğini kolay kolay anlamaz.” Peki hizmetçi kadın ne demişti: “evet, Frau Konsül, dışarıda bir beyefendi var, ama Almanca konuşmuyor ve daha çok bir salyangoza benziyor!”

Almanya örneği

Almanya, ulusal birliğini 1871’de kurmuştu ve Almanca sahasındaki çok sayıdaki krallık, vassallık ve derebeyliklerin hemen hemen tamamı Almanca(lar) konuşuyorlardı. standart Hochdeutsch (Yüksek Almanca), bugün daha da yaygın, ama iktidar bu dili oluşturduğunda bütün Almanlara yeni bir dil gibi garip ve zor gelmişti. pek çok Alman yazar, okulda öğrendiği Almancayla ilgili trajik denebilecek cümleler kurar. birlikten 152 yıl sonra bugünkü Almancalarda kartoffeln (patates) sözcüğünün birbirine benzeyen ve benzemeyen 52 varyantı vardır! 1910’da Fransa’da Fransızca bilenlerin oranı % 11’di. 656 yılında, yani bundan 1397 yıl önce kitap haline getirilen Kur’an’a ve fasih Arapçaya ve sayısız Arap devleti, sarayı ve medresesine rağmen (Orta Afrika lehçelerini dışarıda tutarsak) birbirini (iyi) anlamayan 15 Arapça lehçesi/dili bulunmaktadır. Arap ülkelerinin önemli bir kısmı birbirleriyle resmî yazışmalarını "doğru anlaşılmak için" İngilizce yaparlar! Farsçanın 10’dan fazla dili/lehçesi vardır. Doğu ve Batı Ermeniceleri gibi Pontus Yunancası ile Yunanistan Yunancası da birbirilerinden uzaktır. Yunanistan’a sağ veya yaralı ulaşan Pontuslular yıllarca dillerinden utandı(rıldı)lar. İtalyanca, İtalya’daki yüzlerce derebeyliği ve lehçe içinden Dante’nin İlahi Komedya’da kullandığı lehçe üzerine inşa edildi. Bütün bu dillerin devletleri, akademileri, matbaaları ve yayınevleri var/dı.

'Kimse dilini bırak bize ispat et demedi'

Bu imkânlardan pek azına sahip olan Kürtçe(ler)in birbirinin içine yaklaşan ya da birbirinin çeperinden uzaklaşan bir tarihi söz konusudur. Kürt medreselerinde okutulan gramer kitabı, Elî Teremaxî’nin 1590’larda yazdığı Tesrîfa Kurmancî’dir ve Sünnî medreselerin etkin oldukları bölgelerdeki Kurmancîyi ve Kürt divan şiirini domine eder. okumuşlar arasındaki bu yazı dili, bütün Kürtleri ya da Kürtlerin çoğunu kapsayan bir iktidar söz konusu olmadığı için belli bir çerçeveyi aşamamıştır. Hawar dergisinin 1932, Gelawêj dergisinin 1939, Tîrêj dergisinin 1979’da başlayan girişimleri, Kurmancca, Soranca ve Zazacanın standartlaşmasını büyük ölçüde sağladı. bir değil, üç Kürtçe oluştu. bu diller/lehçeler arasındaki ilişkiler daha belirgin hale getirildi, ama kimse sen kendi dilini bırak bize intisap et demedi.

Peki bütün dillerde birer “özellik” olan bütün bu olgular, neden Kürtçe söz konusu olduğunda hiç de muteber olmayan muktedir veya muktedir gözlüğü takmış katiplerce “kusur” sayılıyor?

Biz tarih ve dilbilimi, Türkiye Cumhuriyeti ve onun oluşturduğu Türkiye Türklüğünün gözlüğüyle okuyamayız. bu anlamda Kürtlerin “tekdil”e sahip olmaması bir kusur değildir, saygın bir özelliktir. diğer ulus devletler gibi bütün Kürtçeleri unutturup tek bir Kürtçeyi mi resmî dil yapalım? sadece “hayali cihan değer” özgür Kürdistan değil, sömürge Kürdistan da kendiliğinden federatif bir yapıya sahiptir ve böyle kalması, Kürtlerin kültürel dokusuna uygundur. tekçilik Ermeniler, Yahudiler, Kürtler, Rumlar, Süryaniler gibi çok sayıda ulusun kırımına yol açtı. Kürtler bugün ve gelecek için kendilerine neden tekçiliği seçsin ki? Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkiye Türklüğü kurgusu, Ermenice bir sözcük ile օրինակ (orinak), yani örnek bir model değil ki. hatta bu Türklük esas alınsa, maazallah, “bariz sarı insan cinsi alametleri olan” Yusuf Halaçoğlu Türk kabul edilmez. tehlikenin farkında mısınız?! Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi’nde aktardığına göre; Celal Nuri İleri, 1932 tarihli Devlet ve Meclis Hakkında Musahabeler kitabında Türk olmanın üçüncü şartında şöyle diyor çünkü: “[bir Türkün] sarı veya siyah insan cinslerinden bariz alametleri olmamalı.” oradan full HD Türk bir arkadaş Halaçoğlu’na “bizimle değilsın” desin lütfen!

'Kürtler bir birini anlamıyormuş'

Bu hasta, suç işlemiş, suç üzerine kurulmuş algıyı mı esas almalıyız? Kürtler birbirini anlamıyormuş. anlamasın, ne çıkar? tekçi mi olsunlar? şiveli Kürtçe konuşanla alay mı etsinler? tek Kürtlüğe girmek istemeyen Kürt ya da komşu halk ve insanları yok mu etsinler? özgür bir Kürdistan’da tam da Norveç gibi herkes kendi dil veya lehçesini konuşur; okullarda öbür lehçeleri öğrenir, komşusunun dilini konuşur, iç ve dış kültürel doku ile sürekli melezleşir, sosyal medyada birbirine alevli emoji atar. kime ne?

'Kürt olduğumuzu nasıl kanıtlayacağız'

Sevan Paşa’ya Kürt olduğumuzu daha nasıl kanıtlayacağız? Gençlerbirliği Kulüp Başkanı İlhan Cavcav, Afrika’dan bir futbolcu getirtir, ertesi gün ona bir TC kimlik kartı çıkartır, futbolcunun adını o kimliğe Muhammed Fatih filan diye yazdırtırdı. yeni Muhammed Fatih nüfus müdürlüğünden alınan bir kimlikle dakkasında Türk oluyordu, ama Nişanyan bizi bir türlü Kürt saymıyor! onun için yukarıda ve aşağıda saydığım dilsel deliller, dünya dillerinin tekrarlanan özellikleri, bilimsel ve etik çerçeve de önemli değildir. o, öyle zannettiğine inanır. medyatik tarihçilerden Murat Bardakçı’nın Gürganca (o, “Gürganîce” diyor) ile ilgili sözlerini kesip “öyle bir dilin olduğunu zannetmiyorum” demişti. sonra Bardakçı’dan söz konusu dilin bir sözlüğünün bir kopyasını almaya ikna olmuştu netekim! Murat Bardakçı’nın söylediğine ikna olan, Zana Farqînî’nin söylediğine neden ikna olmaz? Tahran’da bir evde baktığım Adını Unutan Ülke adlı kitabında neden herhangi bir Kürtçe sözlük kullanmadan Kürtçe köy ve şehir adları hakkında ahkam keser? Taraf gazetesindeki yazısında bir sözcükle Türkçeleri tek kılarken neden bir (iki diyerek) sözcükle Kürtçeleri böler? ona kalsa Afyon'da "goley" ve Amasya'da (ilkinden eminim de ikincisini uyduruyorum) "kolay" diyen Türkler aynı dili, ama "verg" diyen Zazalar ile "gurg" diyen Kurmanclar ayrı dilleri konuşur.

'Rütbesiz Nişanyan da aynı kafada'

Bu saptırmaya döneceğim de aklıma Dersim katili albay Nazmi Sevgen'in benzer bir çıkarımı geliyor. 1952'deki Belleten sayılarından birinde (dergideki başlığı farklıydı, kitap olarak farklı adla çıktı, kitabı Kalan Yayınları basmıyaydı iyiydi!) "rût" sözcüğünü örnek veriyor. diyor ki, "r harfini kaldır. ne kalır? ut. ut ne? Türkçede cinsel organ yeri. bu ne demektir? Dersimliler Türk demektir!" rütbesiz Nişanyan da aynı kafada.

bütün imkânlarına karşın Avrupa dillerinde bile goley-kolay / verg-gurg tekliği gerçekleşmemiştir. 1635’te kurulmuş Fransız Akademisi paso yeni sözcük üretir, daha önce yüce saydığı kimi sözcükleri tedavülden kaldırır, Fransızca kurs hocalarına her dönem başında yeni sözcük, fiil ve kural çizelgesi gönderir; hatta bazı İngilizce sözcüklere öyle İngilizce yankılı karşılıklar bulur ki, koca akademide turistlere kilim satacak kadar İngilizce bilen birinin olmadığını düşünürsün!

'İki cümle üzerinden Kürtçeleri bölüyor'

Beyimiz iki sözcük üzerinden Kürtçeleri bölüyor ama sözcük farkları dünyanın en yaygın dilleri olan Çince ve İngilizcelerin de gerçekliğidir. kullandığımız “çay” sözcüğü ile İngilizcede kullanılan “tea” sözcüğü, “iki ayrı” Çince lehçesinden alınmış “iki aynı” sözcüktür. Yine The Story of English kitabının yazarları, “İskoçya İngilizcesi bir dil mi yoksa lehçe mi?” diye sorup şöyle cevap verirler: “dil, ordusu ve donanması olan bir lehçedir, derler, ama benim aksanım sıklıkla senin lehçene dönüşür.” aynı kitaptan İskoçya İngilizcesine ait bir cümle paylaşayım: “smell winds hae wrocht havoc in aa the westlan airts o’ Scotland the day.” söz konusu yazarlar radyo, TV, okul, askerlik, sinema, mahkeme, iktidar gibi sayısız etmene karşın İngilizcelerin pek çok bölgesinde “şaşırtıcı” sayıda sözcük çeşidiyle karşılaşıldığını eklerler. mesela donkey (eşek) sözcüğünün moke, cuddy, nirrup ve pronkus gibi karşılıkları, “beat” (dövmek) sözcüğünün deg, frap, heft, joggle, nope, scaitch ve whang gibi karşılıkları vardır. ne “tea” “çay”a bakar, ne “monkey” çıkıp “pronkus”u andırır, ne de “beat” “joggle”a selam verir. ama Sevan Nişanyan “iki aynı sözcük”le Kürtçeleri bölme ve parçalama cüreti gösterir. hadi ciddiye alıp verdiği Türkçe ve Kürtçe sözcükleri Aramî alfabeyle yazıp karşılaştıralım:

1. a. Goley: kef-i Farsî, waw/vav, lam, ("e" için güzel he), ye (a, b, c, d, e)

1. b. Kolay: kaf, waw/vav, lam;elif, ye (f, b, c, g, e) = 2 fark

2. a. Verg: waw/vav, “e” için güzel he, re, kef-i Farsî (a, b, c, d)

2. b. Gurg: kef-i Farsî, waw/vav, re, kef-i Farsî (f, a, c, d) = 1 fark

görüldüğü gibi ikinci grup sözcükler birbirlerine daha yakın. ilkinde iki farklı harf var, ikincisinde bir. Kürtçeler arasında v-g değişimi vardır ki onu eklersen farklı harf kalmaz. ayrıca gurg sözcüğü “gverg/guverg” olarak da okunabilir. neredeyse lehçe farklılığı ortadan kalkacak. peki bu ne demektir? Afyonlular Kürt demektir tabiî ki!

Beyimiz yine “zannetmiyorum” diyecektir ama, Kürt dilleri/lehçeleri birbirlerine diğer pek çok dilin lehçelerinden çok daha yakındır. Bu gerçeği önce Türk lehçeleri ile Anadolu Türk lehçesi karşılaştırması üzerinden aktaracağım. ardından birbirine daha yakın Kürt dil/lehçeleri olan Zazaca ve Goranca veya Soranca ve Kurmancca ile değil, kendisi zikrettiği için Zazaca ve Kurmancca ile örnekleyeceğim.

Talat Tekin’in adını andığım kitabında 10 Türkî dil/lehçeden birer cümle ile Anadolu Türkçesindeki karşılıkları verilmiş. şöyle:

a. Çuvaşça-Türkçe: Kineke sitel şinçe vırtat - Kitap masa(nın) üstünde duruyor.

b. Yakutça-Türkçe: En olus türgennik sanarağın - Sen çok hızlı konuşuyorsun.

c. Tuvaca-Türkçe: Küser bolzunza çuğalar men - İstersen anlatırım.

d. Hakasça-Türkçe: Çılığ kün polar tip, pis niyik tonanıp algabıs - Hava ılık olur diye biz hafif giyindik.

e. Altayca-Türkçe: Ol onçozınan ozo cortop oturdı - O, herkesten önce gitti.

f. Kırgızca-Türkçe: Aba ırayı özgürdü - Hava durumu değişti.

g. Özbekçe-Türkçe: U kelganda idi kinoga barar edik - O gelseydi sinemaya giderdik.

h. Uygurca-Türkçe: Çıvınlar yorukni ranni aralamdu - Sinekler ışığı ve rengi fark eder mi?

i. Tatarca-Türkçe: Ana şatlığınnan yılap çıbardı - Anne sevincinden ağlamaya başladı.

j. Başkurtça-Türkçe: Kisarin min öyze bulam - Akşamları ben evde olurum.

Anadolu Türkçesi konuşan biri ve eminim ki Nişanyan da bütün bu cümlelerde geçen sözcüklerden “ana” dışında tek bir sözcük anlamamıştır. ama bunlar Türkçeler, Türkî dillerdir. bunun daha Azerce, Balkarca, Gagavuzca, Karahanlıca, Karakalpakça, Kazakça, Kumukça, Nogayca ve Türkmencesi var. tabiî hemen “hani Harezmce” diyen çıkacaktır. Türk akademisinin yalanlarını “kuş kanadı kalem olsa”, ummanlar mürekkep dolsa listeleyemeyiz. Harezmce Türkçe değil. Zebîhullâh-ı Safâ’nın İran Edebiyat Tarihi’nden şu cümleleri aktarmakla yetineyim: “Hârezmî lehçesi, ister Hicretten sonraki ilk üç yüzyılda ister sonraki yüzyıllarda olsun adı geçen lehçeler arasında bir süre konuşulmaktaydı. nihayet Moğol ve Tatar saldırıları sonucu Ural-Altay dillerinin o bölgede yaygınlaşmasıyla birlikte VIII/XIV. yüzyıldan itibaren yavaş yavaş ortadan kalktı. eski lehçelerden ve aynı şekilde Arap hattıyla yazılmış olan İslâm dönemi yeni Hârezmî lehçesinden bir kısım eserler elde mevcuttur. Ebû Reyhân-i Bîrûnî-yi Hârezmî, Âsaru’l-Bâkiye’sinde Hârezmî dilindeki ay, bayram, önemli günler ve ay konumlarının isimlerini zikretmiştir.”

bir Kürdî dil/lehçenin konuşma alanında birkaç ay geçiren başka bir Kürdî dil/lehçe konuşanı, o lehçeyi mükemmele yakın anlamaya başlayabilir. bunu kolaylaştıran etmen, Kürtçeler arasındaki ses değişiminin belli bir sisteme göre işlemesi ve ses değeri aynı ya da farklı olan harflerin (b-v, z-j, ç-ş gibi) aynı sisteme göre dönüşümüdür. küçük bir örnek için Michael L. Chyet’in şu yazısına bakılabilir: http://vinkovar.blogspot.com/2017/11/michael-l.html (bu Kurmancca makalenin altında Anadolu Türkçesine yapılmış çevirisi mevcuttur). daha geniş bir çalışma için ise Malmîsanij'ın Kürtçede Ses Değişimi kitabına bakılabilir.

şimdi diğer Türk dilleri ile Anadolu Türkçesi karşılaştırması için aktardığım örnekleri, aynı sıra ile, Zazaca ve Kurmancca vereyim. Zazalar ve Kurmanclar karıştırmasın diye uyarmak zorundayım: ilki Zazaca ikincisi Kurmanccadır!

a. Kitab serê maseyî de vindeno – Kîtab li ser maseyê ye.

b. Ti zaf lez qalî kenî – Tu zaf bilez qal dikî.

c. Eke ti biwazî ez vana – Heke tu bixwazî ez bêjim.

d. Beno ke hewa şilgerm bo, coka ma cilê sivikî xo ra dayî - Di be ku hewa saregerm / hênik be, (lewma) me cilê sivik li xwe kirin.

e. O verê her kesî şi – Ew berî her kesî çû.

f. Rewşa hawayî vurîya/bedilîya. – Rewşa hewayê guherî.

g. Eke o biameyêne, ma şîyêne sînema – Eke ew bihata em ê biçûna sînemayê.

h. Mîyesî roşnî û rengan ferq kenê? – Mêş ronahî û rengan ferq dikin?

i. Maye/dayike keyfê xo ra dest bi bermî kerd – Dayîkê ji kêfa (xwe) ra dest bi girînê kir.

j. Şanî, ez keye de bena – Êvarkî, ez mal de me.

Goley gele!

(Haber Merkezi)