Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yıllardır beklenen kararı, Türkiye siyasetinin üstüne çöken sis perdesini bir süreliğine dağıtmıştı. Demirtaş’ın tahliyesine ilişkin yükselen beklenti, siyasetin tüm koridorlarında bir heyecan, bir kıpırdanma yaratmıştı. Ne var ki bu heyecan, gün geçtikçe umutsuzluğa, karamsarlığa ve belirsizliğe bırakıyor yerini.
Çünkü karar var, hukuki gereklilikler var, evrensel normlar var ama asıl mesele kararın tecelli edip etmeyeceği… Yani Türkiye’de adaletle siyaset arasındaki o ince çizginin yine bulanık, yine puslu, yine sancılı olması.
DEM’DE FERYAT, SOKAKTA BEKLENTİ, SİYASETTE TEDİRGİNLİK
Dem’li seçmenler haftalardır aynı sorunun cevabını arıyor:
“Ne zaman çıkacak?”
Söylemlerde umut var. Meydanlarda beklenti var. Parti içinde ise sessiz ama derin bir gerilim var. Çünkü Demirtaş’ın tahliyesi sadece bir adli mesele değil; Kürt siyaseti, muhalefet dengesi, çözüm süreci ihtimali ve iktidarın kontrol stratejisinin kesiştiği bir kavşak.
CHP’de de durum benzer…
Özgür Özel’den Tanrıkulu’na kadar geniş bir kesim, Demirtaş’ın özgürlüğünü hem hukuki bir gereklilik hem de toplumsal bir rahatlama adımı olarak görüyor.
Ama Ankara’nın koridorlarında başka hesaplar dönüyor.
MIZRAKLI HAMLESİ: İÇERİDE YÜRÜTÜLEN BÜYÜK SATRANÇ
Selçuk Mızraklı’nın “denetimli serbestlik” çıkışı, sıradan bir hukuki başvuru değildi.
Bu, içeride ve dışarıda çok iyi anlaşıldı; samimiyet testiydi.
Mızraklı’nın hamlesi, “Gerçekten çözüm istiyor musunuz? Yoksa sadece zaman mı kazanıyorsunuz?” sorusunun dolaylı bir ifadesiydi.
Cevap net geldi: Yönetim, Mızraklı’yı ‘terörist’ kategorisinde tutmakta ısrar etti.
Bu da bize şunu gösterdi: Demirtaş’ın dosyası, hukuki değil tamamen politik bir zeminde ele alınacak.
SELO’YLA PAZARLIK MÜMKÜN MÜ?
Bence evet.
Çünkü işaretler o yönde.
Demirtaş’ın son dönem açıklamalarındaki temkinli ton, iktidarın beklediği “yeni sürecin ateşleyici lideri” profiline bir türlü uymuyor.
Kritik soru şu:
İktidar, Selo’ya nasıl bir rol biçmek istiyor?
Ve asıl önemlisi:
Demirtaş bu role razı olacak mı?
AİHM kararıyla doğan mecburiyet, siyaseten bir pazarlık zemini oluşturuyor.
Herkes biliyor, kimse açık söylemiyor.
EN KRİTİK SORULAR HÂLÂ CEVAPSIZ
Diyarbakır’dan Edirne’ye, Ankara’dan Cudi’ye kadar herkes aynı başlıklara kilitlenmiş durumda:
Hangi gün ve saat kaçta serbest bırakılacak?
Süreci ateşli nutuklarla mı karşılayacak? Yoksa temkinli ve suskun bir çizgi mi izleyecek?
Öcalan faktörü devreye girecek mi?
CHP’ye yakın seküler Kürtler üzerindeki etkisini nasıl kullanacak?
Yeni bir siyasi pozisyon arayışına mı girecek?
Toplum baskısı artarsa yön değiştirmek zorunda kalır mı?
Her soru, arkasında çok daha derin bir politik hesap barındırıyor.
DEMİRTAŞ ÇIKARSA NE OLUR?
İktidar açısından en kritik mesele şu:
“Demirtaş çıktıktan sonra neye dönüşecek?”
Bir pasif siyasi figür mü?
Bir dengeleyici aktör mü?
Yoksa yeniden geniş kitleleri harekete geçirecek bir lider mi?
Bu soruların cevapları, yalnızca Demirtaş’ın değil, Türkiye’nin gelecek birkaç yılının kaderini belirleyecek.
DİK ÇIKAN TABUTUN GÖLGESİ
Ve tabii o söz…
“Ölürsem tabutumu dik çıkarın.”
Bu cümle, sadece bir isyan değil; hukuksuzluğun, adaletsizliğin ve politik baskının özetiydi.
O ses hâlâ kulaklarda, o çığlık hâlâ zihinlerde.
AİHM’in kararı da işte bu çığlığın uluslararası hukukta yankısı oldu.
Ancak kararın siyasi karşılığı hâlâ belirsizliğin içinde savruluyor.
SONUÇ: HUKUK MU, SİYASET Mİ KAZANACAK?
Geldiğimiz noktada kimse şunu açıkça söyleyemiyor ama herkes biliyor:
Demirtaş’ın tahliyesi, hukuktan çok siyasetin kararı olacak.
AİHM hükmünü verdi.
Şimdi sıra Ankara’da.
Eğer bu ülkenin yarınlarına dair bir umut kırıntısı bırakılmak isteniyorsa, Demirtaş’ın özgürlüğü yalnızca bir kişi için değil, adaletin ve siyasetin yeniden normalleşmesi için bir sembol adım olacaktır.
Ama görünen o ki;
umutla karamsarlık arasındaki bu ince çizgide Türkiye yine sancılı bir yürüyüşe çıkmış durumda.