İhsan Yılmaz
Köşe Yazarı
İhsan Yılmaz
 

Ben, artık BİR ACAYİP ADAMIM…

16 Kasım 2000’de Paris’te hayata gözlerini yuman Ahmet Kaya’nın, ölümünün 23. yıldönümünde, sıra dışı bir adamanın şarkılarından harmanlamış olduğum bu yazımı siz değerli okuyucularımla paylaşıyorum... Bir veda havası tadındaydı aşkımız kah dargın kah barışık. Çocuksu, masumca düşlerle süslüydü. Acılara tutunmamak için çırpınan yüreklerimizle sıvamıştık geleceğimizi. Birbirimize ayrılığın hediyesini vermemek için Anka kuşu misali her defasında başkaldırıyorduk kenar mahallenin kenara itilmiş fabrika bacalarından tüten kirli saldırılarına. Aylardan Eylüldü, Günlerden Çarşamba. Eylüle isyan gibi dilimizde Koçero Destanı ve Metrisin önünde halaya durduğumuz o mahşeri kalabalıkta, zılgıtları çekerken haramilerin saldırısına uğradığımız an. Oysa doğum günümdü o gün ve an geliyordu adım adım. Birazdan kuduracaktı deniz; ayaklarımızı yırtarcasına batan o midyeli ada sahillerinde. Martılar çıldırmışçasına ağladıkça, kabarıyordu dalgalar. Başımız beladaydı, kaçıyorduk ve sadece üç kişi kalmıştık, cigara yakmak için karıştırdığımız ateşin başında. Bunlar yetmezmiş gibi cüzdanında adresim de bulunmuştu… Annesini kaybetmiş bir çocuk gibi tünerken ateşin başında, sanki bir veda havası esiyordu dağlara doğru. Mücadelemiz vardı oysa. Yorgunduk. Demokrattık bu yolda ve bu mücadelede… Yollarına baka baka bekliyorduk turuncu gemileri. Sevgi duvarı örüyorduk bazıları yanmasın diye. Özgürdük ikimiz, çünkü acı çekiyorduk. Sen tezgahtar Nebahat; ben ise Bahtiyardım, newroz ateşinde atlarken. İyimser güllerden taçlar yapardım başına ve her defasında bir Diyarbekir türküsüyle karşılardım seni. Dört duvarlar arasında geçmiyor günleri söylerken, dosta düşmana karşı hep çalardı uzamış sakalı ve titreyen elleri ile kod adlı diğer Bahtiyar. Hani sen hep kendince mırıldanırdın ya o türküyü. İşte biz yaşadık onu yazarken. Sen hasretimden prangalar eskitirken, beni bu dert verem etmek üzereydi sevgili. Halkların kardeşliği adına, hani benim gençliğim nerde diye aramak için birazdan içerden çıkacak adamı bekliyorduk. Karar vermek zordu. Kalsın benim davam demek daha da zordu. Hele kardelenler açınca karlı dağlarda. Ve işte o an katlime ferman yazılırdı bir yerlerde. Yollarına baka baka yüreğim kanıyordu. Yakarım geceleri dediğin gündü yangın gecesi. İnan ölüm bile üşüyordu. Bir özgür çağrıydı ölüm dörtlüğünden. Karamsar bir güldüm. Sürgün acısı vardı içimde. Sen yoksun yanımda ve odam kireç bile tutmuyordu artık. Sorgucular rıhtımda beni bekler. Sabır kalmadı. Tutuşur dizelerim. Suphi'de yok artık biliyor musun? Bir sahil kasabasında aldılar onu. Hoşça kal gözüm derken, sana selam söylüyordu kan kırmızı gözleriyle. İhanet zincirini tutan utansın. Artık gururla bakıyorum dünyaya. Zira ben doruklara sevdalandım. Ve dağlarda ölmek isterim sevgili. Diyarbekir'in etrafında tanklar varmış. Her tarafı puşt zulası sarmış. Bir minik kız çocuğu bizim hikayemizi anlatıyormuş. Benden selam söyleyin ona. Baba, ben bugün sana gelmek istiyorum. Ama dokunma bana yanarsın diye hasreti çekiyorum. Derdin ne senin derdi hep annem ve babam. Dardayım ve ne anneme ne babama günaydın diyemiyordum. Zira gül dikenli gökyüzü çökmüştü evimizin önüne. Sürgündüm artık gözüm. Hudutlar konulmuştu aramıza faşizan demeçlerle. Kokusuna hasretim dağlarına bahar gelmiş memleketimin. Ne sen beni anlamıştın ne de o. Oysa ne çok sevmiştim ikinizi ben. Son görüşmemizde oy havarlar eşliğinde, kafama sıkar giderim derken aslında yalancı bir ayrılık sanıyordum kendimce. Arpa orağa gelmeden geleceğim sanıyordum. Ve ayrılık hediyesini verdiğin an, bir acı ninni döküldü yüreğimden, dilime. Ve alnımda bir dağ ateşi belirdi. Ay karanlıktı ve ay gidiyordu artık yıldızlar altından. Aldığım son selamınla nasıl vurdun can evimden. Selamın bir ihanet hançeri gibi saplandı yüreğime. Benden selam söyleyin demişsin. Selamın, ayrılık hediyesiydi oysa... Yağmurdan çıkar gelirdim Başımı öne eğerdim İşsizdim biliyordun Çaresizdim biliyordun Yine de çok seviyordun Ya sonra? Benden selam söyleyin, O nazlı sevgiliye Tutsakmış da ne olmuş Demiş birisine Benden selam söyleyin O nazlı gözlerime Unutamadım, unutamadım Acı tatlı günlerimiz Oldu elbette bizim de Anlatırdım gülerdin Gözlerimden öperdin Bu günler geçecek derdin Ya sonra? Benden selam söyleyin, O nazlı sevgiliye Hapismiş de ne olmuş Demiş birisine Benden selam söyleyin O nazlı gözlerime Unutamadım, unutamadım ve ben, artık BİR ACAYİP ADAMIM…  
Ekleme Tarihi: 17 Kasım 2023 - Cuma
İhsan Yılmaz

Ben, artık BİR ACAYİP ADAMIM…

16 Kasım 2000’de Paris’te hayata gözlerini yuman Ahmet Kaya’nın, ölümünün 23. yıldönümünde, sıra dışı bir adamanın şarkılarından harmanlamış olduğum bu yazımı siz değerli okuyucularımla paylaşıyorum...

Bir veda havası tadındaydı aşkımız kah dargın kah barışık. Çocuksu, masumca düşlerle süslüydü. Acılara tutunmamak için çırpınan yüreklerimizle sıvamıştık geleceğimizi. Birbirimize ayrılığın hediyesini vermemek için Anka kuşu misali her defasında başkaldırıyorduk kenar mahallenin kenara itilmiş fabrika bacalarından tüten kirli saldırılarına. Aylardan Eylüldü, Günlerden Çarşamba. Eylüle isyan gibi dilimizde Koçero Destanı ve Metrisin önünde halaya durduğumuz o mahşeri kalabalıkta, zılgıtları çekerken haramilerin saldırısına uğradığımız an. Oysa doğum günümdü o gün ve an geliyordu adım adım. Birazdan kuduracaktı deniz; ayaklarımızı yırtarcasına batan o midyeli ada sahillerinde. Martılar çıldırmışçasına ağladıkça, kabarıyordu dalgalar. Başımız beladaydı, kaçıyorduk ve sadece üç kişi kalmıştık, cigara yakmak için karıştırdığımız ateşin başında. Bunlar yetmezmiş gibi cüzdanında adresim de bulunmuştu… Annesini kaybetmiş bir çocuk gibi tünerken ateşin başında, sanki bir veda havası esiyordu dağlara doğru. Mücadelemiz vardı oysa. Yorgunduk. Demokrattık bu yolda ve bu mücadelede… Yollarına baka baka bekliyorduk turuncu gemileri. Sevgi duvarı örüyorduk bazıları yanmasın diye. Özgürdük ikimiz, çünkü acı çekiyorduk. Sen tezgahtar Nebahat; ben ise Bahtiyardım, newroz ateşinde atlarken. İyimser güllerden taçlar yapardım başına ve her defasında bir Diyarbekir türküsüyle karşılardım seni. Dört duvarlar arasında geçmiyor günleri söylerken, dosta düşmana karşı hep çalardı uzamış sakalı ve titreyen elleri ile kod adlı diğer Bahtiyar. Hani sen hep kendince mırıldanırdın ya o türküyü. İşte biz yaşadık onu yazarken. Sen hasretimden prangalar eskitirken, beni bu dert verem etmek üzereydi sevgili. Halkların kardeşliği adına, hani benim gençliğim nerde diye aramak için birazdan içerden çıkacak adamı bekliyorduk. Karar vermek zordu. Kalsın benim davam demek daha da zordu. Hele kardelenler açınca karlı dağlarda. Ve işte o an katlime ferman yazılırdı bir yerlerde. Yollarına baka baka yüreğim kanıyordu. Yakarım geceleri dediğin gündü yangın gecesi. İnan ölüm bile üşüyordu. Bir özgür çağrıydı ölüm dörtlüğünden. Karamsar bir güldüm. Sürgün acısı vardı içimde. Sen yoksun yanımda ve odam kireç bile tutmuyordu artık. Sorgucular rıhtımda beni bekler. Sabır kalmadı. Tutuşur dizelerim. Suphi'de yok artık biliyor musun? Bir sahil kasabasında aldılar onu. Hoşça kal gözüm derken, sana selam söylüyordu kan kırmızı gözleriyle.

İhanet zincirini tutan utansın. Artık gururla bakıyorum dünyaya. Zira ben doruklara sevdalandım. Ve dağlarda ölmek isterim sevgili.

Diyarbekir'in etrafında tanklar varmış. Her tarafı puşt zulası sarmış. Bir minik kız çocuğu bizim hikayemizi anlatıyormuş. Benden selam söyleyin ona. Baba, ben bugün sana gelmek istiyorum. Ama dokunma bana yanarsın diye hasreti çekiyorum. Derdin ne senin derdi hep annem ve babam. Dardayım ve ne anneme ne babama günaydın diyemiyordum. Zira gül dikenli gökyüzü çökmüştü evimizin önüne. Sürgündüm artık gözüm. Hudutlar konulmuştu aramıza faşizan demeçlerle. Kokusuna hasretim dağlarına bahar gelmiş memleketimin. Ne sen beni anlamıştın ne de o. Oysa ne çok sevmiştim ikinizi ben. Son görüşmemizde oy havarlar eşliğinde, kafama sıkar giderim derken aslında yalancı bir ayrılık sanıyordum kendimce. Arpa orağa gelmeden geleceğim sanıyordum. Ve ayrılık hediyesini verdiğin an, bir acı ninni döküldü yüreğimden, dilime. Ve alnımda bir dağ ateşi belirdi. Ay karanlıktı ve ay gidiyordu artık yıldızlar altından. Aldığım son selamınla nasıl vurdun can evimden. Selamın bir ihanet hançeri gibi saplandı yüreğime. Benden selam söyleyin demişsin. Selamın, ayrılık hediyesiydi oysa...

Yağmurdan çıkar gelirdim

Başımı öne eğerdim

İşsizdim biliyordun

Çaresizdim biliyordun

Yine de çok seviyordun

Ya sonra?

Benden selam söyleyin,

O nazlı sevgiliye

Tutsakmış da ne olmuş

Demiş birisine

Benden selam söyleyin

O nazlı gözlerime

Unutamadım, unutamadım

Acı tatlı günlerimiz

Oldu elbette bizim de

Anlatırdım gülerdin

Gözlerimden öperdin

Bu günler geçecek derdin

Ya sonra?

Benden selam söyleyin,

O nazlı sevgiliye

Hapismiş de ne olmuş

Demiş birisine

Benden selam söyleyin

O nazlı gözlerime

Unutamadım, unutamadım

ve ben, artık BİR ACAYİP ADAMIM…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve malabadigazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.