Devlet Bahçeli kendi politik diliyle bir şeyler söylemeye ve yapmaya çalışıyor. Katılırız, katılmayız. Eksik buluruz, yetersiz görürüz, kimi zaman da politik hesaplarla süslenmiş buluruz. Ama en azından “bir şey” söylüyor.
Bu ülkede uzun zamandır pek az şey açıkça söyleniyor zaten. Özellikle Kürt ve Alevi meselesi söz konusu olduğunda, herkes ya üç maymunu oynuyor ya da hamasi nutuklarla meseleyi görmezden geliyor.
Bahçeli'nin, parti toplantısında dile getirdiği bir öneri, günler sonra kamuoyuna yansıdı. Öneri şu: “Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Kürt, biri Alevi olsun.”
Yani en azından, bu toplumun en çok dışlanmış iki büyük kimliğini, sistemin en üst temsil makamında görünür kılalım demeye çalışıyor.
İktidar kanadının tamamının bu öneriyi ne kadar ciddiye aldığı bilinmez ama Bahçeli'nin bunu dillendirmiş olması bile önemli bir adım.
Ama asıl tartışma öneriden değil, CHP'lilerin gösterdiği panik refleksinden doğdu.
Bir dönem “Yurttaşlık kimliği” söylemini dilinden düşürmeyen CHP’liler, bu öneri duyulur duyulmaz kıyameti kopardı.
Ve aralarına yeni katılan eski bir dost (!), yani Muharrem İnce, Bahçeli’ye gönderme yaparak, şu cümleyi kurdu:
"Cumhurbaşkanı da, yardımcısı da, ilerideki yardımcıları da Türk olacaktır!"
İşte bu.
Bu cümle, bu ülkenin nasıl bir zihinsel kördüğüm içinde yaşadığını anlatmaya yeter.
Bir yanda Kürtçe konuşunca terörist ilan edilen milyonlarca insan…
Öbür yanda Cemevi’ne ibadethane diyemeyen bir devlet aklı…
Ve onların karşısında olduğunu sanan bir “sol”, bir “muhalefet” ki, mesele kimliklere gelince MHP’yi bile geride bırakıyor.
Bugün Bahçeli’yi bile demokrat gösterecek kadar dibe vurmuş bir ulusalcılıkla karşı karşıyayız.
Düşünebiliyor musunuz? Öneri sadece bir Kürt ve bir Alevi'nin cumhurbaşkanı yardımcısı olması. Bu bile fazla geliyor.
Sorun şu:
Bu ülkede “çoğulculuk” sadece akademik makalelerin konusu.
Siyaset ise hâlâ tek tip yurttaş, tek tip dil, tek tip mezhep üzerinden yürüyor.
Ne zaman farklılıkları konuşmaya kalksak, ya "bölünme" paranoyası ya da "yerli ve milli refleks" devreye giriyor.
Ve işin en trajik tarafı şu:
Bu reflekslerin en sertini, genellikle kendine “solcu” diyen, “laik” diyen, “Atatürkçü” diyenler gösteriyor.
Eğer bir ülkede Kürt’ün adı anıldığında panik başlıyorsa,
Alevi kimliği telaffuz edildiğinde dudaklar bükülüyorsa,
Orada eşit yurttaşlıktan söz etmek, sadece romantik bir ütopyadır.
Bahçeli’nin ne düşündüğünü, ne kadar samimi olduğunu, önerisinin taktik mi, stratejik mi olduğunu uzun uzun tartışabiliriz.
Ama en azından şunu demiş oldu:
“Bu ülkede yaşayan herkesin eşit temsiliyet hakkı vardır.”
Bu cümleyi sol’dan ya da ana muhalefetten duymak artık neredeyse imkânsız.
Kimin ne dediğinden bağımsız olarak sormamız gereken sorular şunlar:
— Bu ülkenin bir cumhurbaşkanı yardımcısı neden Kürt olmasın?
— Bir Alevi’nin devlet kademelerinde üst düzeyde görev alması neden hâlâ kriz konusu oluyor?
— Eşit vatandaşlıktan bu kadar korkan bir siyaset, neyin temsilcisi?
İşin özeti şu:
Türkiye’de demokrasi kültürü, muhalefetin içindeki faşizan damarlar temizlenmeden gelişemez.
Kürtlere sadece seçim zamanı yakın duran, Alevilere sadece sosyal medyada “renk” olarak bakan bu zihniyet, en büyük tehlikedir.
Bahçeli’yi beğenmeyebilirsiniz.
Ama en azından bu ülkede bir tabu daha çatırdasın istiyor olabilir.
Oysa bazıları hâlâ eski ezberlerle yeni bir ülke kurulabileceğini sanıyor.
Ne diyelim...
Korktukları değişim değil, gerçeğin ta kendisi.